1. Davacının gerçekten alacaklı olup olmadığının dava ön şartı olarak mahkeme tarafından resen incelenmesi gerekir.

Tasarrufun iptali davalarında, davacının davalı borçludan bir alacağının bulunması ön koşul olduğundan mahkeme, iptal davasının yargılaması sırasında öncelikle bu ön koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğini kendiliğinden araştırması gerekir. Davacı alacaklının, davalı borçludan alacağı olup olmadığının araştırılmasında zorunluluk bulunmaktadır.  Aksi takdirde takip alacaklısıyla anlaşarak veya nasıl olsa kendisinin borca batık olması nedeniyle gerekli çabayı göstermeyerek icra takibine itiraz etmeyen, itiraz üzerine durması söz konusu olmayan kambiyo senetlerine dayalı takibe karşı menfi tespit davası açmayan takip borçlusunun bu davranışı karşısında borçludan mal edinen 3. Kişilerin yargı eliyle zarara uğratılması söz konusu olur ki bunun kabulüne olanak yoktur. [1]

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/2773 E., 2021/987 K. sayılı ve 14.09.2021 tarihli ilamı;

Davalı üçüncü kişinin alacağın gerçek olmadığı ve borçlunun aciz halinde olmadığı yönündeki savunmasının üzerinde durulmasının gerektiği, zira aynı zamanda dava şartı olan bu hususların da mahkemece kendiliğinden araştırılacağı hususunda bir kuşku bulunmamaktadır.”

şeklindedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2013/17-224 E., 2013/1478 K. sayılı  ve 23.10.2013 tarihli ilamı;

“ Tasarrufun iptali davalarında alacaklıya alacağını tahsil olanağı sağlanırken bu alacaklının alacağının şeklen varlığının değil, gerçekliğinin amaçlandığını göz ardı etmemek gerekir..Sonuç olarak tasarrufun iptali davasının görülebilirlik şartlarından biri olan alacağın varlığının gerçek olması hususunun araştırılmasında zorunluluk bulunmaktadır.”

şeklindedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2002/15-495 E., 2002/528 K. sayılı ve 19.06.2002 tarihli ilamı;

tasarrufun iptali davasında davalı 3. kişi aciz belgesine dayanan alacağın gerçekte olmadığını iddia ve ispat edebilir (Prof. D. Baki Kuru İcra ve İflas Hukuku, c:4, sh:2506 v.d.). Çünkü dava şartlarından birisi de tasarrufta bulunan kişinin borçlu olması gereğidir. Eğer tasarrufta bulunanın alacaklıya gerçek bir borcu olmadığı iddia ediliyorsa bu durumda tasarruf sahibinin öncelikle borçlu sıfatı çözümlenmelidir. Bu nedenledir ki 3. kişi davalının borcun gerçek olmadığı iddiası ve muvazaanın varlığı yönündeki savunmasının mahkemece incelenmesi gerekir.”

şeklindedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.11.2017 T., 17-2361/1371 K. sayılı ilamı;

“ Tasarrufun iptali davalarında, alacağın gerçek bir alacak olması gerektiğinden, tasarrufun iptali davasının gerçek olmayan alacaklar için dinlenmeyeceği”

şeklindedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.09.2012 T., 3-101/597 K. sayılı ilamı;

Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için öncelikle davacının (alacaklının) gerçek bir alacağının bulunması, diğer bir söyleyişle tasarrufta bulunan kişinin (borçlunun) gerçekten borçlu olması gerekir. Bu nedenle, iptal davasında; davalı 3.kişi aciz belgesine bağlanan alacağın gerçekte olmadığını, borçlu ile alacaklı arasında danışık (muvazaa) bulunduğunu savunabilir ve ispat edebilir. Aksi halde, takip alacaklısıyla anlaşarak yada icra takibine itiraz etmeyerek takibin kesinleşmesi halinde menfi tespit davası açmayan borçlunun bu şekilde davranması nedeniyle borçludan mal edinen üçüncü kişilerin mahkeme kanalı ile zarara uğratalması da bu yöndedir.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 15.06.2015 T., 8803/8659 sayılı ilamı;

“Eğer tasarrufta bulunanın alacaklıya gerçek bir borcu olmadığı iddia ediliyorsa, bu durumda öncelikle tasarruf sahibinin borçlu sıfatının çözümlenmesi gerektiği, bu nedenledir ki, borcun gerçek olmadığı iddiası ve muvazaanın varlığı yönündeki savunmasının mahkemece incelenmesi gerektiği”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 12.05.2015 T., 21042/7303 sayılı ilamı;

“İptal davasının dinlenebilmesi için öncelikle davacının gerçek bir alacaklı bulunması gerektiği,..bu konudaki delillerin toplanması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekeceği,”

şeklindedir.

2. Borçlunun davacı alacaklının icra takibine itirazı neticesinde açılan itirazın iptali davası/itirazın kaldırılması veya borçlunun İcra Hukuk Mahkemesinde ikame ettiği itiraz davası veya genel mahkemelerde ikame ettiği menfi tespit davasının bekletici mesele yapılması gerekir.

Davacının alacağının bulunması tasarrufun iptali davasının dava şartı olup; bekletici mesele yapılması talep edilen dava neticesinde davalı borçlunun itirazları kabul edildiği takdirde, ortada bir alacak bulunmayacaktır. Böylelikle de davanın ön şart yokluğundan reddine karar verilecektir. Açıklanan nedenlerle, borçlunun davacı alacaklının icra takibine itirazı neticesinde açılan itirazın iptali davası/itirazın kaldırılması veya borçlunun İcra Hukuk Mahkemesinde ikame ettiği itiraz davası veya genel mahkemelerde ikame ettiği menfi tespit davasındamahkeme kararının kesinleşmesinin beklenmesi gerekir.

Nitekim Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 23.02.2010 T., 10319/1442 sayılı ilamı;

“Tasarrufun iptali davasının dinlenme koşullarından birisinin de takip konusu alacağın kesinleşmiş olması gerektiğinden takip konusu borca, itiraz edilmiş olması ve alacaklı tarafından itirazın iptali davası açılmış olması ya da icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasının talep edilmiş olması halinde, mahkemece bunların sonucunun (kesinleşmesinin) bekletici mesele yapılması gerekeceği”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2008/3533 E., 2009/1270 K. sayılı ve 10.03.2009 tarihli ilamı;

borçlu hakkında Batman İcra müdürlüğünün 2007/5029 sayılı dosyası ile icra takibi yapıldığı ancak borçlu tarafından imzaya itiraz nedeniyle Batman İcra Hukuk mahkemesinde dava açıldığı ve bu davada takibin durdurulmasına karar verildiği dosyadaki belgelerden anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, Batman İcra Hukuk mahkemesine açılan imzaya itiraz davası ‘ön mesele’ sayılarak bu davanın sonucu beklenilmeli”

şeklindedir.

Yargıtay 15.Hukuk Dairesi’nin 2000/5764 E., 2001/199 K. sayılı ve 15.01.2001 tarihli ilamı;

Tasarrufun iptali davasının esasına girilebilmesi için, icra takibinin kesinleşmiş olması şarttır. Somut olayda, icra takibine itiraz edildiğinden, İcra Tetkik Mercii’ndeki itirazın kaldırılması davasının ön mesele yapılarak, sonucuna göre hüküm tesisi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2016/16155 E., 2019/3936 K. sayılı ve 02.04.2019 tarihli ilamı;

Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/544 Esas 2016/790 Karar sayılı dosyasında görülmekte olan menfi tesbit davasının kesinleşen sonucunun bekletici mesele yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2016/17512 E., 2019/8472 K. sayılı ve 25.09.2019 tarihli ilamı;

“Bu halde mahkemece, itirazın iptali davasının kesinleşen sonucunun bekletici mesele yapılması, takibin kesinleşmesi halinde ise aciz belgesi yerine geçebilecek haciz tutanağının da bu aşamadan sonra araştırılarak oluşacak sonuca göre, karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2014/11734 E., 2014/12423 K. sayılı ve 23.09.2014 tarihli ilamı;

Dava, tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Somut olayda, eldeki davadan önce davalı borçlu tarafından davacı alacaklıya karşı açılmış İcra Hukuk Mahkemesinde imzaya itiraz davası bulunduğu ve davanın derdest olduğu, yine davalı borçlunun şikayeti üzerine davacının da aralarında bulunduğu kişiler hakkında yapılan hazırlık tahkikatı sonucu verilen cumhuriyet Başsavcılığının takipsizlik kararının kesinleşmediği anlaşıldığından Mahkemece anılan dava ve takipsizlik kararının kesinleşmesi beklenerek tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir.”

şeklindedir.

2.1 Bu kapsamda davacının gerçekten alacaklı olup olmadığı, alacaklı ise gerçek alacaklı olduğu miktarın tespiti için davacı ile davalı borçlunun ticari defter ve kayıtlarında inceleme yapılması gerekir.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, davacının, davalıdan gerçekten alacağı olup olmadığı, alacağı mevcut ise bunun miktarının ne olduğu hususunda inceleme yapması gerekir. Bu incelemenin de davacının ticari defter ve/veya kayıtları ile davalı borçlunun ticari defter ve/veya kayıtları nezdinde yapılması ve borç veya alacak durumunun ortaya çıkarılması gerekir.

Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 2021/1896 E., 2021/3739 K. sayılı ve 08.11.2021 tarihli ilamı;

“Mahkemece davacının dayandığı icra takiplerine konu edilen alacaklarının hangi ticari veya hukuki ilişkiye dayandığının tespiti açısından davacının bu konudaki delillerini sunması için süre verilmesi ve davacı ile borçlu davalı şirketin ticari defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi vasıtası ile inceleme ve araştırma yapılarak gerçek bir borç-alacak ilişkisi olup olmadığının buna göre belirlenmesi, ondan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru bulunmamıştır.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2016/7423 E., 2019/5597 K. sayılı ve 07.05.2019 tarihli ilamı;

“Bu tür davaların görülebilmesi için diğer dava koşullarının yanında davacının borçludan olan alacağının gerçek bir alacak olması gerekmektedir.. Bu husus üzerinde öncelikle durulması gerekmektedir. Yapılacak iş, tacir olan davalı alacaklı ve borçlunun ticari defterleri üzerinde konusunda uzman bilirkişi aracılığıyla inceleme yapılarak takip konusu bonoya dayalı bir alacağın gerçekte var olup olmadığı tespit etmektedir.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2015/10994 E., 2017/12126 K. sayılı ve 26.12.2017 tarihli ilamı;

“Mahkemece, takip dayanağı senedin vadesinden yaklaşık 2 yıl sonra takibe konulması ve belirtilen maddi ve hukuki olgular değerlendirilerek alacağın gerçekliğinin tartışılması ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’ni n 28.02.2017 T., 11975/2134 sayılı ilamı;

“Tasarrufun iptali davasında, tacir olan ve ticari defter tutmak zorunda olan davalı borçlu şirketin ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak dava dayanağı takip dosyasındaki senetlerin dayanağı ve dolayısı ile alacağın gerçekliği araştırılarak muvazaalı olup olmadığı toplanan delillere göre değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 07.06.2016 T., 20994/6940 sayılı ilamı;

“ Davalı üçüncü kişi dava dayanağı alacağın gerçek olmadığı iddiasında bulunduğundan mahkemece bu husus üzerinden durulması gerektiğini, davacının şirketi var ise şirket kayıtlarında böyle bir alacak borç ilişkisinin varlığı ticari defterler üzerinden bilirkişi incelemesi yapılarak alacağın gerçek olup olmadığının tespiti gerektiği”

şeklindedir.

Yargıtay 8.Hukuk Dairesi’nin 10.07.2014 T., 11304/14720 sayılı ilamı;

Diğer yandan; somut olayda üçüncü kişi, alacaklı ve borçlu arasında danışıklı icra takibi yapıldığını ileri sürmektedir. Mahkemece iki şirketin ticari kayıtları üzerinde yaptırılacak bir bilirkişi incelemesiyle takibe konu senetlerin verilmesine neden olan hukuki ilişkinin varlığı ve gerçek olup olmadığının saptanması mümkündür. ”

şeklindedir.

Yargıtay 12.Hukuk Dairesi’nin 24.10.2017 T., 3395/9512 sayılı ilamı;

“Tasarrufun iptali davasında, hem alacaklı hem de borçlu şirketin ticari defterleri üzerinde karşılaştırmalı olarak inceleme yapılarak takip konusu borcunun var olup olmadığı ve neye dair olduğu tespit edilerek sonuca göre karar verilmesi gerektiği”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 12.04.2016 T, 10980/4628 sayılı ilamı;

Her ne kadar çekte vade olmaz ise de ticari hayatta çeklerin de bono gibi vadeli (ileri tarihli) kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Bu durumda davacı ile davalı borçlu arasındaki takip konusu çeklerin verilmesini gerektirir ticari ilişki ve borcun doğum tarihinin tespiti amacıyla taraf vekillerine bu yöndeki delillerini bildirmesi için süre verilmesi, gerektiğinde davacı ile davalı borçlunun ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak tüm delillerin birlikte değerlendirlmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır.”

şeklindedir.

2.2 Bir an için bekletici mesele yapılan dava neticesinde davacının varlığını iddia ettiği alacak kesinleşse dahi bu kesinleşme takip konusu alacağın gerçekten var olduğunu göstermez. Takip ve alacak kesinleşmiş olsa dahi, Mahkemenin yukarıda belirttiğimiz incelemeyi-yani davacının gerçekten alacağı olup olmadığı hususunu- resen yapması gerekir.

Takip ve alacak kesinleşmiş olsa dahi, tasarrufun iptali davalarında, davacının gerçekte bir alacağının bulunması dava ön şartı olduğundan tasarrufun iptali davasının yargılaması sırasında Mahkemenin davacının gerçekten alacaklı olup olmadığını incelemesi gerekir. Yukarıda belirttiğimiz bekletici mesele yapılan davanın davalı borçlu aleyhine kesinleşmesi gerekçe gösterilerek anılan incelemenin yapılmasından imtina edilemez. 

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.6.2002 gün ve 2002/15-495-528 sayılı ilamı;

“icra takibine vaki itiraz üzerine açılan itirazın iptali davası sonucunda davanın kabulüne karar verilerek takibin kesinleşmiş olması halinde dahi tasarrufun iptali davasında böyle bir savunmanın bulunması alacağın gerçek bir alacak olup olmadığının-muvazaaya dayanıp dayanmadığının- araştırılması gerektiği”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2014/10853 E., 2016/4623 K. sayılı ve 24.05.2016 tarihli ilamı;

“Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, her zaman takip konusu alacağın gerçek bir alacak, yani davacının gerçekten alacaklı, borçlunun da gerçekten borçlu olduğunu göstermez.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2014/14267 E., 2016/4635 K. sayılı ve 12.04.2016 tarihli ilamı;

“Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması her zaman takip konusu alacağın gerçek bir alacak, yani davacının gerçekten alacaklı, borçlunun da gerçekten borçlu olduğunu göstermez. Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olmasına rağmen davacının gerçekten alacaklı olup olmadığının mahkemece re’sen değerlendirilmesi gereklidir.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2014/20994 E., 2016/6940 K. sayılı ve 07.06.2016 tarihli ilamı;

“ Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olmasına rağmen davacının gerçekten alacaklı olup olmadığının mahkemece re’sen değerlendirilmesi gereklidir. Bunun gerçek olmadığı itirazı bu olgular karşısında irdelenmesi açıktır. ”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 24.05.2016 T., 11364/6282 sayılı ilamı;

“Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olmasının, her zaman takip konusu alacağın gerçek bir alacak, yani davacının gerçekten alacaklı, borçlunun gerçekten borçlu olduğunu göstermeyeceğini, davacının gerçekten alacaklı olup olmadığının mahkemece re’sen değerlendirilmesi gerektiği”

şeklindedir.

3. Sayın Mahkeme tarafından yapılacak inceleme neticesinde, davacının gerçekten bir alacağı olduğu tespit edilse dahi; alacağın doğum tarihi tasarruf tarihinden sonra ise huzurdaki davanın dava şartı yokluğundan reddi gerekir.  

Bu ön şartı banka genel kredi sözleşmelerinden örnekleyerek açıklama gereği duyuyoruz. Buna göre,  davalı borçlunun davacı banka nezdinde bulunan genel kredi sözleşmelerinden hangisinden borcunun bulunup bulunmadığı tespit edilmeli, şayet davalı borçlunun borcunun bulunduğu genel kredi sözleşmesinin tarihi tasarruf tarihinden sonra bir tarih ise, ön şart yokluğundan huzurdaki davanın reddine karar verilmelidir.

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 5.Hukuk Dairesi’nin 18.04.2018 T., 55/585 sayılı ilamı;

“Yapılacak işin, konusunda uzman bilirkişi aracılığı ile banka kayıtları üzerinde inceleme yapılarak takibe konulan senedin tanzim tarihinden önce borçlu şirkete verilen kredilerden kaynaklanan borcun bulunup bulunmadığı, takip dayanağı senedin önceki kredi sözleşmesinden doğan borca karşılık mı yoksa son verilen 22.01.2015 tarihli kredi sözleşmesinin teminatı olarak mı verildiğinin araştırılarak tasarrufun borçtan sonra yapılması gerektiğine ilişkin dava ön koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi olduğu”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2015/19092 E., 2017/6998 K. sayılı ve 20.06.2017 tarihli ilamı;

Bu durumda, yapılacak iş konusunda uzman bilirkişi aracılığı ile banka kayıtları üzerinde inceleme yapılarak, takibe konulan senedin tanzim tarihinden önce borçlu şirkete verilen kredilerden kaynaklanan borcunun bulunup bulunmadığı, takip dayanağı senedin önceki kredi sözleşmesinden doğan borca karşılık mı yoksa son verilen 10.08.2012 tarihli kredi sözleşmesinin teminatı olarak mı verildiğinin araştırılarak, senedin önceki tarihli kredi sözleşmelerinden doğan borca karşılık verilmiş ise 12.07.2012 tarihli tasarruflar yönünden de işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi aksi durumda ise şimdiki gibi sadece bu tarihli tasarruflar yönünden dava ön koşul yokluğundan reddine karar verilmesi gerekmektedir.”

şeklindedir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 2016/9642 E., 2017/7008 K. sayılı ve 20.06.2017 tarihli ilamı;

Bu durumda, yapılacak iş konusunda uzman bilirkişi aracılığı ile banka kayıtları üzerinde inceleme yapılarak, takibe konulan senedin tanzim tarihinden önce borçlu şirkete verilen kredilerden kaynaklanan borcunun bulunup bulunmadığı, takip dayanağı senedin önceki kredi sözleşmesinden doğan borca karşılık mı yoksa son verilen 10.08.2012 tarihli kredi sözleşmesinin teminatı olarak mı verildiğinin araştırılarak, senedin önceki tarihli kredi sözleşmelerinden doğan borca karşılık verilmiş ise işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi aksi durumda ise şimdiki gibi dava ön koşul yokluğundan reddine karar verilmesi gerekmektedir.”

şeklindedir.

4. Davacı alacaklının ikame ettiği tasarrufun iptali davasına aciz belgesini sunması gerekmekte olup; aksi takdirde davanın dava şartı yokluğundan reddi gerekir.

Yargıtay 15.Hukuk Dairesi’nin 2002/6346 E., 2003/153 K. sayılı ve 15.01.2003 tarihli ilamı;

“Somut olayda borçlu hakkında kat’i aciz belgesi düzenlenmediği çekişmesiz olduğu gibi 25.4.2000 günlü haciz tutanağı da İİK. 105. maddesi anlamında geçici aciz belgesi niteliğinde değildir. Hal böyle olunca davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddi yerine esasının incelenerek yazılı şekilde kabulü doğru olmamış bozmayı gerektirmiştir.”

şeklindedir.

Yargıtay 15.Hukuk Dairesi’nin 2004/3920 E., 2004/4487 K. sayılı ve 22.09.2004 tarihli ilamı;

“Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için geçici veya kesin aciz belgesinin dosyaya konulması zorunludur. Bu husus dava şartı olduğundan res’en dikkate alınması gerekir. Davacı tarafça İİK.nun 143.maddesinde sözü edilen kesin aciz belgesi dosyaya konulmamıştır. Ankara 13.İcra Müdürlüğü’nün 2003/255 E. Sayılı takip dosyasındaki 26.2.2003 tarihli haciz tutanağı da geçici aciz belgesi niteliğinde değildir. Bu durumda mahkemece geçici veya kesin aciz belgesi ibraz edilmediğinden dava şartının yokluğu nedeniyle davanın reddi yerine, işin esasının incelenerek karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.”

şeklindedir.

Yargıtay 15.Hukuk Dairesi’nin 2004/1725 E., 2004/5593 K. sayılı ve 03.11.2014 tarihli ilamı;

“İİK.nun 277 ve devamı maddeleri hükümlerine göre tasarrufun iptali davasını kural olarak elinde kesin ya da geçici aciz belgesi olan alacaklı açabilir. Gerçekten, haciz yoluyla yapılan icra takiplerinde alacağın kısmen veya tamamen tahsil edilemediği ancak sözü edilen aciz belgesinin varlığı ile saptanabilir. Bu nedenle aciz belgesinin varlığı tasarrufun iptali davasının dinlenme koşuludur. Böyle olunca mahkemenin dava açan alacaklının aciz belgesine sahip olup olmadığını kendiliğinden ( re’sen ) araştırması zorunludur. Somut olayda İİK.nun 143. maddesinde sözü edilen kati aciz vesikası bulunmadığı gibi, 12.5.1999 ve 22.6.1999 günlü haciz tutanaklar da aynı kanunun 105. maddesinde anılan geçici aciz vesikası niteliği taşımamaktadır. Bütün bu nedenlerle mahkemece davanın dinlenme koşulu bulunmadığı gözetilmeyerek işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.”

şeklindedir.

4.1 Tam da bu noktada ifade etmek isteriz ki; borçlunun sadece işyerinde yapılan hacizde “hacze kabil bulunmadığından” şeklinde tutulan haciz tutanağı aciz belgesi niteliğini taşımamaktadır.

Çünkü borçlunun takip konusu-bir an gerçek olduğu kabul edildiğinde-borcu karşılar başkaca malvarlığı unsurları olabilir. [2] İşte sayın Mahkeme’nin davalı borçlunun anılan tüm malvarlığı değerlerini araştırması ve buna göre davalı borçlunun aciz halinde bulunup bulunmadığını tespit etmesi gerekir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 25.02.2019 T., 5604/1933 sayılı ilamı;

“Davalı borçlunun aciz halinde bulunup bulunmadığının davalı borçlunun beyan edildiği gibi üzerine kayıtlı traktörü ya da alacağı karşılayacak bir malvarlığı bulunup bulunmadığının mahkemece araştırılması gerektiği”

şeklindedir.

4.2 Kaldı ki, davalı borçlunun bilinen adreslerinde haciz yapılmaması ve bu şart sağlanmadan dava ikame edilmesi aciz belgesinin bulunmadığının göstergesidir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 09.06.2014 T., 20279/9207 sayılı ilamı;

“ Davanın dayanağını teşkil eden takipte davalı borçlunun genel kredi sözleşmesinde gösterdiği adreslere ..yapılan hacizlerden bir netice alınamamış”

şeklinde olup, bu kararın mefhumu muhalifinden aciz belgesi için borçlunun tüm adreslerinde haciz yapılması ve bu hacizlerden sonuç alınamamış olması gerekir. Ancak borçlunun genel kredi sözleşmelerinde göstermiş olduğu adreslerde herhangi bir haciz tesis edilmemiştir.


[1] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2002/15-495 E., 2002/528 K. sayılı ve 19.06.2002 tarihli ilamı

[2] UYAR/UYAR/UYAR, s.1102

Serkan Kolay